Bu millet, tarihin keskin dönemeçlerinde, herkesin umudunu kestiği bir anda içinden çıkardığı özgüveni tam ve yenilikçi kişiliklerle, zamanın akışına yön vermiş; insanlığın aydınlık yarınlarını kurarken, vazgeçilmez temel taşlarının konulmasında önemli görevler üstlenmiştir.
Tarih sayfaları bunun yüzlerce örneği ile doludur.
Yazıktır ki, son yıllarda bu millet kendine olan güveni giderek azalan, kafasının içinde hep acabalarla yaşayan ve az ile yetinir bir hale gelmiş, ya da getirilmiştir. Bunun nedenleri çok çeşitlidir.
Eğitim sistemimizdeki yanlışlıklar, tamamen dışa bağımlı bir ekonomi, üretmekten çok ithal etmeye ve tüketime yöneltilen kuşaklar bir de küreselleşmenin büyüsüne kapılınca, insanımız 21. Yüzyılda eli kolu bağlı, yaratıcılık yerine taklitçiliği ve özenmeyi benimsemiş özgüvenini yitirmiş kitleler haline dönüşmüştür.
Başka bir deyişle bir zamanlar tarih sahnesinde başrol oynayan milletimiz sadece denileni yapan, sahnelenen oyunu koltuğundan uslu uslu izleyen bir seyirci haline gelmiştir…
Milletimiz, asırlarca Avrupa halkları ile savaş alanlarında kıyasıya mücadele ederken fikri ve felsefi etkileşimlerle kültürünü zenginleştirmiş, bu kültürün içine savaştığı, ya da savaşıp kazanarak “birlikte yaşadığı” toprakların kültürlerinden farklı tatlar eklemiş, gittiği her yere kendi kültür zenginliğini götürmüş esin kaynağı olmuştur. Uygarlığımızın, yüzyıllarca Avrupa’ya yeni düşünceler ve fikirlerle ilham kaynağı olduğu bilinmektedir. Horasan Alp Erenlerinden başlayarak Hz. Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli ile zirveye çıkan Anadolu aydınlanmasının etkileri Batı’da Rönesans’ın fitilini ateşlemiş ve Rönesans’ın ışığı tüm dünyayı aydınlatmıştır. Orta Avrupa’da yaşayan besteciler Mehter ritimleri ile ya da Osmanlı yaşamından esinlenerek ölümsüz eserler bestelemişlerdir.
Osmanlı ordusunun farklı giyim tarzı, İstanbul hanımefendilerinin zarif kıyafetleri Avrupa’da bir moda devrimine neden olmuştur. Geçmişte İstanbul pek çok sanatçı ve düşünür için yeni bir dünyaya ilk adımdır. İstanbul’a gelen Batılı sanatçılar, bilim adamları tanımadıkları bu kültürün etkisi ile yepyeni bir dünya görüşü ile ülkelerine dönmüşlerdir. Cumhuriyetin ilk yıllarında da İstanbul’a beyin göçü devam etmiş, pek çok Batılı bilim adamı özgürce çalışabileceği için İstanbul’u seçmiş, önemli üniversitelerimizin kurulması ve gelişim sürecinde bu bilim adamlarının büyük katkıları olmuştur. Hepsini saygıyla hatırlıyoruz.
Hepimizin düşünmesi gereken şudur: Neden bunlar bizim için artık geçmişte kalmıştır? Nasıl olmuşta bu toplum özgüvenini kaybetmiş, her şeyi hazır klişeler halinde Batı’dan beklemektedir?
10.000 yıllık Anadolu kültürünün üzerine oturan 21. Yüzyılın Anadolu insanı neden dünyaya sadece seyirci koltuğundan bakmaktadır?
Şurası da bir gerçektir: Tüm dünyada yaratıcı ruhlar azalmıştır. Avrupa’da da artık Michelangelolar, Leonardolar, Mozartlar Haydnlar, Beethovenler yetişmemektedir. Bu kısırlaşmanın nedenlerini uzmanlar tartışadursun, biz Batı’yı kendi tartışması içinde bırakıp, kendimize dönersek bence yapılacak şey şudur:
Zaman kaybetmeden eğitim, kültür, bilim ve sanat alanındaki donanımızı tamamlayıp yaşadığımız toprakların dününe, bugününe ve geleceğine hep birlikte sahip çıkmamız gerekmektedir. Bunları kazandığımız zaman zaten gerisi hızla gelecek, milletimiz yine olması gerektiği yerlere doğru ilerleyecektir.
NEDEN DÜNYA BAŞKENTİ İSTANBUL?
Yakın bir zaman önce İstanbul 2010 senesinin Avrupa Kültür Başkenti seçildi. Buna hepimiz çok sevindik. Çünkü bu karar İstanbul’umuz için yeni bir anlayışın başlangıcı olacak İstanbul için farklı bir sinerji yaratacaktır. 2010’a kadar birçok proje hayata geçirilip Avrupa’dan fonlar alınarak İstanbul’un tarihi mirası onarılacak ve yapılacak tanıtımlarla İstanbul’un cazibesi daha da artacaktır. Bunlar gerçekten güzel gelişmeler.
Tanıdığım ve tanımadığım pek çok insan, bu kararın çıkmasından hemen sonra beni arayarak heyecanla tebrik ettiler. 4 yıl önce yazmaya başladığım ve son bir buçuk yılda dünyanın pek çok ülkesinde seslendirdiğim ve Avrupa’dan müjdeli haberin gelmesinden birkaç hafta önce albüm olarak satışa çıkan eserimin (Dünya Başkenti İstanbul) bu projenin en büyük destekçisi olduğunu söylediler.
Çorbada tuzum olduysa ne mutlu bana.
İstanbul’un her yıl bir başka kente verilen bu ödülü pek çok kentten önce hak ettiği tarihi bir gerçektir. Bana kalırsa, İstanbul sadece 2010’da değil, Avrupa’nın doğal başkentidir.Türkiye, Avrupa Birliğine tam olarak katıldığı an, yapılacak ilk iş Avrupa’nın şu an başkenti konumunda olan Brüksel’den başkent unvanı alınıp bu paye İstanbul’a verilmelidir. Avrupa’nın başkenti İstanbul olmalıdır. Bu Avrupa için son derece hayırlı bir karar olacaktır. Çünkü tarihi vakaları göz önünde bulundurursak, insanlığın gelişim sürecinde İstanbul Avrupa’nın hiçbir kenti ile mukayese edilemeyecek kadar önemli bir rol oynamıştır.
Doğu ile Batı arasında muhteşem coğrafyası ile binlerce yıldır cazibe merkezi olmayı başaran İstanbul sadece Batı’nın değil, Doğu’nun da başkenti olmayı hak etmiyor mu?
İstanbul “dünya başkenti” olmayı tarihinde iki kez başarmıştır. Doğu Roma ve Osmanlı İmparatorluğu zamanında İstanbul bilinen dünyanın görünen başkentidir. Zenginlik ve çeşitlilik İstanbul’un kültürünü renklendirmiş Osmanlı İmparatorluğu da bu çeşitliliğin içine İslam kültürünü katarak, İstanbul’u adeta bir dinler başkenti haline dönüştürmüştür. İstanbul tüm inançların özgürce yaşandığı kent olmuş kilise çanları, havralardan yükselen hazanların sesleri ezanlarla birleşerek mahalle aralarında kavga yerine dostluklar kurulmuş, farklılıklar dünyanın her tarafında kavga ve savaş nedeni olurken sadece ve sadece İstanbul’da güzelliklere, yeni ufuklara ve yeni aydınlanmalara vesile olmuştur.
Çok değil eğer bundan 200 yıl önce bugünkü kitle iletişim araçları var olsaydı, kuşkusuz dünyanın saygın televizyon muhabirleri haber bültenlerine “Brüksel’den, Washington’dan bildiriyoruz” yerine “şimdi İstanbul’dan bildiriyoruz” diyerek Dolmabahçe Sarayı, Topkapı Sarayı önünden yapacakları yayınlarla başlayacaklardı.
Peki, geçmişte yaşanan bu önemli konumunu İstanbul tekrar kazanamaz mı?
Ben büyük bir düş kuruyorum ve tekrar “Dünya Başkenti İstanbul” diyorum. Tarihe bir bakın büyük gelişmelerin, farklılıkların, yeni adımların önce sanatçıların düşüncelerinde yer aldığını, sonra bilim adamlarının, liderlerin bu düşleri gerçekleştirdiğini göreceksiniz.
Bu efsanenin, yaratacağımız sinerji ile tekrar canlanabileceğini düşünüyorum. Belki bizler bunu yaşarken göremeyeceğiz. Ancak bu topraklarda yaşayacak olan gelecek nesillerimiz buna bizzat şahit olacaktır. İstanbul ilmin, fen’in, sanatın, kültürün ve ekonominin başkenti olacaktır. Hepimizin Türkiye’nin ve dünyanın her yerine giderek “Dünya Başkenti İstanbul” fikrini insanoğluna anlatmamız gerekmektedir.
Saygılarımla.
Ocak 2007 Beylerbeyi
TULUYHAN UĞURLU