Yedi yaşımda bana Harika Çocuklar Sınavına gireceğimi söylediler. Yoğun bir çalışma başladı. Alar sonra sınava katılmak için Ankara’ya gittik.
Sınavı kazanmış, İdil Biret ve Suna Kan için çıkarılan yasayla yurt dışında müzik eğitimi yapmaya hak kazanmıştım. Ben olayın önemini anlayacak yaşta değildim, annem ve babam sevinçten göklere uçuyorlar, gazeteler benden söz ediyordu ama kazandığım başarı pek de umurumda değildi.
Sınavı kazanmasına kazanmıştım da o yıllar devletin bir sente muhtaç olduğu yıllardı. Eğitimi Ankara Devlet Konservatuvarında yapmam söylenince annem kıyameti kopardı. Çalmadığı kapı kalmadı ve sonunda hakkımı dondurmayı başardı. Konservatuvar eğitimimi bitirip, yüksek müzik eğitimi için yurt dışına gitmeme karar verildi. Sonra annemden öğrendiğime göre jüride bulunan Muammer Sun beni Ankara’ya çağırmış ve eğitimime kendisi devam etmek istemiş ama ailenin Ankara’ya yerleşmesi mümkün olmadığı için bu güzel teklife olumlu cevap verememişiz.
Ankara’da birkaç gün kaldık. Sınav sonrası hiç unutamadığım anılarımdan biri annemin dayısı Turhan Dilligil’le Anıtkabir’e gitmemizdir. Turhan dayımız gazeteci ve milletvekiliydi. Pek çok kitap yazmış, Adalet Gazetesi diye bir gazete çıkarmış ve Demokrat Parti’ye yakınlığı nedeniyle Yassıada’da yatmıştı. Elimden tutup beni Ata’nın huzuruna götürürken heyecanlıydı. “Senin gibi yetenekli bir çocuğun ondan öğreneceği çok şey var” diye sürekli anlatıyordu. Bense onu fazlaca dinleyemiyordum. Ankara güneşi altında daha da ısınan taşların üzerinde yürüyor, “Bu kadar sarı taşı nereden buldular” diye düşünüyordum. Ata ile buluşmaya giderken burada tek bir ağaç gölgesi olmaması beni rahatsız etmişti. Yahya Efendi türbesine çıkarken artık her birini tanıdığım mezarları düşündüm. Sanki çiçekli bahçeleri ile küçücük evlerin içinde yatıyordu buradaki suskunlar… Atatürk ise yalnız, tek başınaydı burada… Çocuk ruhum içinde onun yalnızlığını farklı biçimde hissediyordum. Bu dev mabedin içindeki yalnız adam beni çok etkilemiş, dayımın sesini duymaz olmuştum… Kafamda farklı melodiler dolaşıyordu… Sonra gözlerim kamaştı. Sanki mozolenin içinden bir ışık yükselmiş bana ulaşmıştı. İşte o gün gün gelip onun için büyük bir eser bestelemeye karar verdim. Orada bana uzanan ışığın sırrını yıllarca kimse ile paylaşmadım, 30 yaşında bir gece rüyamda onu görene kadar onu anlatmak için bir eser yazmaya cesaret edemedim. Rüyama gelince o bana özel, kimseye anlatmak istemem. Ancak her şeyin bir zamanı var… Mustafa Kemal Atatürk ve Güneşin Askerleri isimli eseri yazabilmek için büyümem, dünyayı tanımam, olgunlaşmam ve onun gerçek yalnızlığını hissedebilecek duygu yoğunluğu içine girebilmem gerekmişti.