AKM ve Aklımda Kalan Birkaç Anı

1477388_10152547563003210_8342815313739397200_n09 Haziran 2013
Kanlıca-İSTANBUL

Son günlerde yine gündemin başköşesinde olan AKM ile ilgili birkaç anımı sizlerle paylaşmak istedim. 1997 yılında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları için Atatürk Kültür Merkezi’nde bir yardım konseri vermem istendi.  Hastanenin başhekimi Prof. Dr. Arif Verimli, o yıllardaki deli dolu Tuluyhan’ı anlayan hatta “Ben biraz Van Gogh, biraz Tuluyhan’ım” diyerek beni yücelten bir insandı… Teklifi hiç düşünmeden kabul ettim. Tüm hazırlıklar yapıldı, konserin biletleri satıldı…

Hastane, organizasyonu yaparken bizden AKM’deki piyanonun sahibi durumunda olan İstanbul Devlet Opera ve Balesi Genel Sanat Yönetmenliğine bir yazı yazmamız istendi. Yazıyı yazıp, gönderdik ve yoğun konser programlarımıza devam ettik.  Konserden birkaç gün önce bizleri şoke eden cevap yazımız geldi. O dönemde opera ve balenin sanat yönetmeni Yekta Kara imzalı yazıda “Piyanomuzun söz konusu konserde Tuluyhan Uğurlu tarafından kullanılması uygun görülmemiştir” şeklinde isteğimiz geri çevrilmişti. Atatürk Kültür Merkezi gibi bir klasik müzik salonuna (salonda iki piyano olup, o gün kullanılmadığı halde) piyano taşıtmak şaşkınlık verici bir durumdu.

Zaman geçirmeden Arif Verimli’yi aradık ve durumu anlattık. Hoca, Ankara’da Sağlık Bakanının yanındaymış ve oradan hemen dönemin Kültür Bakanını aramışlar. Bize telefon ederek bakanla görüştüklerini ve sorunun halledildiğini söylediler.

Duruma kızmış ancak her zamanki gibi içimize atmıştık. Bir yardım konseri vermek için yola çıkıp, başıma böyle şeylerin gelmesine son derece üzülmüştüm.  Hiç unutmuyorum, konser pazar günüydü. Öğleden sonra prova için salona gittik. Belki şaşıracaksınız,  sahne hazırlanmış ancak piyano görünmüyordu. Bakanın ricasına rağmen Yekta Kara Hanımefendi, piyanoyu benim çalmamam konusundaki inadını sürdürmüştü.  Devasa mekânın içinde piyano için oradan oraya koşuyor ancak hiçbir sonuç alamıyorduk. Tüm biletleri satılan konserin başlamasına birkaç saat vardı. Pazar günü piyano kiralayan mağazalar kapalıydı, çaresiz kalmıştık.

Bazen hiç beklemediğimiz anda bir mucize oluverir. Biz şaşkın, ne yapacağımızı bilemeden oradan oraya koşarken, yanımıza AKM’de çalışan bir memur geldi. Belli ki burada çok şey yaşamış, halimize üzülmüş. “Sorun etmeyin, piyano şurada, çekelim yalnız siz akordunu yaptırın” diyerek biraz ötede duran piyanoyu bizimle birlikte sahneye kadar itti. Meğer piyano üzerindeki kilit süsmüş, çekince açılıyormuş. Hemen akort yapacak arkadaşımızı çağırdık… Bu stresi üzerimizden atmaya çalışarak konsere hazırlandık.

Salon hıncahınç doluydu… Perde açıldı ve sahneye çıktım. Belki biraz önce yaşadığım haksızlıkla Mustafa Kemal Atatürk ve Güneşin Askerleri isimli eserimi her zamankinden daha hırslı, daha coşkulu çaldım. Her eser sonunda salon alkıştan yıkılıyor, insanlar coşku ile ayağa kalkıyordu. “Sadece kendi eserlerimi çalarım” dediğim için karşıma dikilen ve beni yok etmeye çalışan Türkiye’deki Klasik Batı Müziği çevrelerinin önüme koyduğu engellerden birini daha yıkmış, hiçbir ön yargısı olmayan halktan, hak ettiğim alkışı, hak ettiğime inandığım sevgiyi almıştım. Her konserden sonra olduğu gibi, salonu dolduran yüzlerce sanatseverle dakikalarca konuştum, sayısız insanla kucaklaştım.

Bu konserden sonra Yekta Kara’nın bana piyano verildiği için o gün salonda bulunan görevliler hakkında soruşturma açtırdığını duydum. Ne kadar doğru bilemiyorum.

AKM ile ilgili bir başka anım ise, protest şarkıları ile tanıdığınız Suavi’yle ilgili… Sanıyorum 2006 yılıydı. Bir vakıf yararına Dünya Başkenti İstanbul isimli eserimi AKM’nin alt katındaki konser salonunda seslendirmem istenmişti.  Akşam saatlerinde salona prova için girdiğimiz anda panikledik. Yukardan gelen yüksek müzik sesi,  bizim alt katta konser vermemizi neredeyse imkânsız hale getiriyordu. Yukarda Suavi’nin konseri için prova yapılıyor, aşağıda ise biz prova yapmaya çalışıyorduk. Onlar da haklı, biz de… İletişim Danışmanım Mine Baykara, “Ben yukarıya çıkıp bir konuşurum” diyerek büyük salona çıktı. Birkaç dakika sonra müziğin sesi hafiflerken mutluluk içinde yanıma geldi. Suavi’nin yanına gidip, durumu anlatmış. Suavi hemen “Biz üstada ve emeğine her zaman saygılıyız. Aşağıdaki salonda emekçi bir kardeşimizin konseri varmış, sesi mümkün olduğu kadar düşürelim arkadaşlar” diyerek sesçilere direktif verip, kendi performansının asıl ses yüksekliğini düşürerek, bize destek olmuştu. Yıllar sonra kendisine bir kez daha teşekkür ederim.

Sevgili Suavi’nin sözleri her zaman benim de katıldığım bir değeri vurguladığı için bugün sizlerle paylaşmak istedim. Gerçek bir müzisyen en büyük emekçidir. Müzik daha çocuk yaşlardan başlayıp, müzisyenin yaşamının sonuna kadar süren bir emek işidir… Bir inanç işidir… Hayatın kendisidir. Ancak sonucu Allah’ın insana verdiği en büyük ödüldür…  O ödül milyonların sevgisidir.

Gerçek sanatı ve gerçek sanatçıyı kimse engelleyemez.  Yaşadığı dönemde yok sayılsa bile günün birinde bir yıldız gibi göklere yükselir. Tarih bunun onlarca örneği ile doludur. Bugün sevgi ile coşku ile dinlediğimiz birçok besteci yaşadığı dönemde hâkim güçler tarafından reddedilmiştir.

Sanatçının değerini insan unutsa bile kâinat unutmaz…

TULUYHAN UĞURLU

 

Bu Yazıyı Paylaş

Yorum Yaz


*