5 Mart 1810-17 Ekim 1849
Günün gündüzle geceye bölünmesi gibi Chopin’in hayatı da ikiye bölünmüştür. Annesi Polonyalı, babası Fransız’dı. Kırk yıla yakın süren ömrünün yarısı Polonya’da ikinci yarısı Fransa’da geçti. Yirmi yaşına kadar canlı hareketli bir çocuktu, Fransa’ya gittikten sonra durgun, küskün ve hastalıklı bir insan oldu. Kişiliği de ikiye bölünmüştü. Bir halk çocuğuydu ama kibar çevrelerde oraya aitmiş gibi davranmak için kendini zorlardı. Duyguluydu, sıkılganlığından dolayı acılarını belli etmemeye çalıştı ve bu nedenle büyük acılar çekti. İç dünyasını sadece piyanosu ve besteleriyle ortaya çıkarıyordu. Bir müzik tarihçisinin dediği gibi o piyanoca konuşuyordu. Duyguları derindi, ateşi yangın değil, bir kor parçasıydı. Bütün sanatını, yaratıcılığını piyanonun üzerinde toplamıştı. Chopin bir hasret bestecisiydi. Memleketindeyken müziğini dünyaya duyuracağı günlerin özlemiyle başka ülkelerin hasretini çekerdi. Bir akşam saatinde memleketinden ayrılmak zorunda kaldı, kısacık yaşamı boyunca memleket hasreti ile yanıp tutuştu.
Frederic Chopin, 5 Mart 1810’da doğdu. Orta sınıftan bir ailenin çocuğuydu. Babası Fransızca dersleri vererek geçimini sağlıyordu. İlk piyano derslerini annesinden aldı. Kısa sürede çocuğun ünü çevreye yayıldı ve Polonya’nın Mozart’ı olarak anılmaya başlandı. Lise eğitimiyle birlikte özel dersler alıyor, konservatuvarda eğitimini daha üst noktalara çıkarıyordu. Küçük yaşlarda besteleriyle dikkat çekmiş, nota basımevleri onu “Kuzey Yıldızı” olarak tanıtmaya başlamışlardı. Babası ise onu yüksek müzik eğitimi için Viyana’ya göndermeye karar vermiş para biriktirmeye başlamıştı. 19 yaşında Chopin, Viyana’da ilk konserini verdi. Avrupa onu tanımaya başlamıştı. Ardından Varşova’da verdiği konserlerle ünü iyice yayıldı. Chopin, o güne kadar piyano virtüözlerinin gürültülü, gösterişli çalışlarına karşın farklı bir teknik ve duygu ile özellikle sanatçıların ve kadınların ilgisini çekiyordu. Delikanlı, Varşova’da ilk büyük aşkını da yaşayacak Konstantia’ya tutulacak ancak genç kız onu bırakıp zengin bir adamla evlenecek, Chopin’in yaşadığı bu karşılıksız aşkın ardından hüzün adeta kimliğinin bir parçası olacaktı.
2 Kasım 1830’da Chopin, doğduğu köye vedaya gitti. Köylüler ona gümüş bir kupa içinde bir avuç toprak verdiler ve yurdunu unutmamasını istediler. Bu toprak her zaman Chopin’in yanında kaldı. Genç müzisyen konserler vermek ve Polonya’nın adını duyurmak için kendi ülkesi dışındaydı artık. Kısa süre sonra Polonya işgal edilince arkadaşlarının yanında olmak için ülkesine dönmek istedi ama ailesi dostları onun Polonya’nın bağımsızlık savaşını savaşarak değil, eserleriyle vermesi gerektiğine inanıyorlardı. Genç adam o günlerde günlüğüne şöyle yazıyordu:”Şehirler, kasabalar yanmış, yıkılmış. Dostlarım, Titus, Matuszynski ölmüş olsa gerek…. Hey Ulu Tanrım . Neredesin, öc almayacak mısın? Cinayetlere doymadın mı? Yoksa sende mi Moskofsun?”
Chopin’in Avrupa konserlerinde son durağı Paris oldu. Bu büyülü kent, genç besteciyi de etkisi altına almakta gecikmedi. Bundan sonraki yaşamı Paris’te geçecekti. Kısa süre içinde Liszt ve Mendelsshon’la çok iyi dost oldu. Paris onu kucaklamakta gecikmedi. Ondan ders almak, onunla tanışabilmek için herkes birbiriyle yarışıyordu. Kadınların başını döndürüyor, erkekleri kıskandırıyordu. Sürekli ders verdiği için iyi para kazanmasına rağmen elinde pek bir şey kalmıyordu. Çünkü süslü giysiler, faytonlar onun zengin sınıf arasında küçük düşmemesi için kendince gerekli harcamalardı ve parasını sürekli bu anlamsız gösteriş için harcıyordu.
Chopin’in Paris’teki aşk hayatı Kontes Delfina Potocka ile başladı. Genç Polonyalı kontes beş çocuk doğurmuş, çocukları ölmüş, kocasından çok çekmişti. Tek başına Paris’te yaşıyordu. Chopin’le aralarında güzel bir beraberlik yaşandı ancak kontes onu incitmeden bu birlikteliği noktalamayı bildi. Chopin’in ünü artık Avrupa’ya yayılmıştı. Notaları tüm Avrupa’da basılıyordu. 1835’te Chopin ailesiyle buluşmak için Karlsbad’a gitti. Dönüşte Polonyalı kontes Teresa Wodzinska’nın davetlisi olarak Dresten’de kaldı. Kontesin 16 yaşındaki kızı Maria’ya aşık olmakta gecikmedi. Aşkına karşılık da bulmuştu. Paris’e gelince bu aşkın da gücüyle daha yoğun çalışmaya başladı ama ciğerlerinden hastaydı, bir ara öldüğüne dair söylentiler bile çıktı. Yaz aylarında Maria’yı babasından istemeye gittiğinde aile hastalığını yüzüne vuracak, ona tedavi olmasını önereceklerdi. Chopin genç kızın öğüt veren sözlerinden rahatsız olmuş kızdan soğumuştu. Dönüşte Leipzig’e uğradı ve Schumann’la görüştü. Chopin onu pek beğenmezdi ama Alman besteci ona hayrandı. Eserlerini dinledikten sonra hayranlığını bir kez daha tekrarladı: “Kuzeydeki baskıcı hükümdar Chopin’in eserlerinin pek basit görünen o mazurkaların kendisi için ne korkunç birer silah olduğunu bilse çalınmasını yasaklar. Chopin’in besteleri çiçekler içine saklı toplar gibidir.”
Chopin, Paris’e geldiğinde hastalığı yoğun çalışması nedeniyle ağırlaşmaya başladı. Maria’dan gelen mektupların azalması da onu olumsuz etkiliyordu. 1837 yılının kış aylarında Chopin öksürük krizlerine tutuluyor giderek kötüleşiyordu. Düzelmesi umuduyla Londra’ya gitti ancak burada gördüğü yoğun ilgiye karşın şehrin rutubetli havası onu daha kötü hale getirdi. Dönüşünde ise Paris onu coşku ile karşıladı. Genç besteci kalabalıklar önünde konser vermekten kaçınır, küçük topluluklar önünde çalardı. 1838 şubat ayında Kral Louis Philippe ve saray ileri gelenleri önünde Tuileires Sarayında konser vermeyi kabul etmesi Gazette Musicale tarafından şöyle yorumlanmıştı: “Chopin bulunmaz dehasını hep beş, altı kişilik dinleyici grupları saklardı. Bugün kalabalıklara karşı beslediği çekingenliği yenmiş görünüyor. Dileriz ki, bu bir dönüm noktası olsun. Büyük besteci bencillikten kurtulursa, en başta gelen piyanist kim, sorusuna dünya ‘Hayır Liszt ya da Thalberg değil, Chopin’ diye haykırarak yanıt verecektir.”
Chopin’in yakın dostlarından Liszt, Kontes d’Agoult ile birlikte yaşıyordu. Kontes besteci sevgilisi için çocuklarını terk edip, kocasından boşanmış, birlikte yaşamaya başlamışlardı. Kontes sevgilisinden dört yaş büyüktü ve gözü yükseklerde olan, fikir ve sanat alanında isim yapmak isteyen bir kadındı. Daniel Sterne adıyla felsefe yazıları yazıyordu. Kontesin en yakın arkadaşlarından biri de onun gibi erkek adıyla yazan, erkek kılığında gezen ünlü romancı George Sand’dı. Liszt, Kontes ve George Sand, Chopin’i de aralarına almak istiyorlardı ama, genç bestecinin aklı hala 16 yaşındaki sevgilisi Maria’daydı. Ayrıca erkeksi George Sand hiç ilgisini çekmemişti. Sand, birkaç kez onu Nohat’daki çiftliğine çağırdı ama besteci bunları geri çevirdi. Ta ki, Maria’dan kesin olarak ayrıldığı gün geçirdiği krize kadar.
Odasında bitkin yatarken içeriye George Sand girdi. Chopin yataktan kalkamıyordu, aşk mektuplarını ona gösterdi ve bir anne gibi ondan destek istedi. Sonra dalıp gitti, uyandığında yanında yine George Sand vardı. Aralarında her ikisinin de alışık olmadığı ulvi bir sevginin ışıkları doğmaya başlamıştı. George Sand, çocukları, Lizst, Kontes, Chopin Nohat’taki cennet gibi çiftlik evinde bir araya gelmişlerdi. İlk günler çok iyi geçti. Gündüz ormanda geziler yapılıyor, sohbetler ediliyor, iki müzisyen odalarına çekilip yeni besteler üzerinde çalışıyorlar, akşam yemeğinden sonra ise Liszt ve Chopin piyano başında en yeni eserlerini birbirlerine dinletiyorlardı. Temiz hava ve huzurlu bir ortam hasta Chopin’e iyi gelmişti. Ancak kısa bir süre sonra Liszt’in sevgilisi Kontes d’Agoult’un George Sand’ı kıskanması ve Chopin’le aralarını açmak için yaptığı çeşitli dedikodular bestecinin canını sıktı. Paris’e döndü. Ancak artık George Sand’ın anaç sevgisine ve kendisine sunduğu aile ortamına alışmıştı. Kış aylarında Sand ve ailesiyle birlikte Güney’in sıcak Majorca adalarına gittiler. Amaç Chopi’in sağlıydı. Düşüncede hoş olan bu seyahat, o kış yağmurlu ve soğuk geçen Majorca’da Chopin’in iyice hastalanmasına neden oldu. George Sand, iki çocuğu ve Chopin’le zor bir kışı atlatabilmek için hayli çaba sarfetti ama, Chopin Palma’da sığındıkları manastırda hayaller görmeye ve ölümün kendisine iyice yaklaştığına inanmaya başladı. Bu zor günlerin tek karlı yanı ise acı çeken bestecinin en güzel aserlerini ünlü prelüdlerini bu ortamda bestelemesiydi.
Chopin’in bundan sonraki yaşamı giderek hastalığın ilerlediği ve kan kusmaya başladığı ancak en güzel eserlerini yazdığı günler oldu. Majorca dönüşü George Sand’la kimi zaman Paris’te, kimi zaman onun çiftliğinde bir araya geldiler. 1947 yaz aylarında ise basit bir tartışma ile ayrıldılar. Ayrılık Chopin’i yıkmıştı ancak yaşam tersine çalışıyordu. Bundan sonraki yıllar içinde Chopin’in yıldızı parlarken, George Sand’ın sanat kariyeri gerilemeye başladı. Chopin, yalnızlığını unutmak için sürekli çalışıyor, konserler veriyor başarısı gün geçtikçe daha büyüyor, ünü daha da yaygınlaşıyor ama sağlığı giderek bozuluyordu. 12 Şubat 1848 akşamı Pleyel Konser Salonu’nda sanat yaşamının en büyük konserlerinden birini verdi. Paris onu son kez alkışlıyordu. 21 Nisan 1848’de konserler vermek için Londra’ya gitti. George Sand’dan ayrıldığı Paris onun için karanlık bir kent olmuştu artık. Londra’da Kraliçe Victoria’nın önünde çaldı. İngiltere onu bağrına basmıştı, yaşaması için şatolar tahsis edilmişti ancak Chopin burada kendini yabancı hissediyor ve beste yapamıyor, “Aklıma tek bir melodi bile gelmiyor” diyordu. Ne olursa olsun Paris’e dönmeye kararlıydı. Paris’i tepeden gören ve Nohant’a benzeyen bir eve taşındı. Zaman zaman hastalığına rağmen Paris’te toplantılara katılıyordu. Evinde ise sürekli çaldığı eser, Majorca’daki en verimli günlerinde yazdığı ve halen bir bölümü Cenaze Marşı olarak bilinen Opust 35 Sonat’tı. Dinleyen herkes bunun bir veda eseri olduğunu biliyordu. Chopin, ne zaman dinletilerinde bu eseri çalsa, ne kadar alkışlanırsa alkışlansın piyanonun kapağını kapar ve sahneyi terkederdi.
Chopin’in son günlerini Franz liszt şöyle anlatıyor: “Öleceğini biliyordu. Ancak bir teslimiyet içinde değildi. Öksürük nöbetleri geçtiği zaman yapmak istediklerinden, planlarından söz ediyordu. Daima aklı başında konuşuyordu. Yalnız bir ara Bellini’nin yanına gömülmek istediğini söyledi. Onu görmeye gelenler ölümün geldiğini yüzünden anlıyorlar ama yüzüne yerleşen o apayrı güzelliğin ona daha da yüce bir hava kattığına inanıyorlardı.”
Cenaze töreninde Mozart’ın Requem’inin çalınmasını, bitmemiş eserlerinin hepsinin imha edilmesini ve yayımlanmamasını, yakılıp ortadan kaldırılmasını istedi. Ancak bu sözü yerine getirilmedi. Bitmemiş eserleri arasında bugün hayranlıkla dinlenen pek çok çalışması bulunmaktadır.
Lizst, Chopin’in son dakikalarını şöyle anlatıyor: “16-17 Ekim gecesi yarı uyku, yarı uyanıklık halinde sabaha kadar kıvrandı. Saat 2’ye doğru can çekişmeye başladı. Alnından oluk gibi terler geliyordu. Bir ara kendine gelir gibi oldu ve yanında kimin olduğunu sordu. Kendisine destek olan Gutmann’ın elini öptü ve son nefesini verdi. Kapının önü insan doluydu. Sabaha kadar hıçkırarak başında beklediler. Çiçeği çok sevdiği biliniyordu, ertesi gün o kadar çok çiçek geldi ki, odanın her yanı rengarenk olmuştu. Çiçekli bir bahçede yatıyordu sanki… Yüzüne gençlik, saflık ve güzellik gelmişti. ”
Cenaze töreninde isteği üzerine Mozart’ın Requem’i çalındı. Öldükten sonra kalbinin çıkarılarak Polonya’ya gönderilmesini vasiyet etmişti. Vasiyeti yerine getirildi. İkinci Dünya Savaşı’nda kalbin bulunduğu müze bombalanınca, isteği tam anlamıyla gerçekleşti.
Büyük bestecinin kalbi kül olup, memleketinin toprağına karıştı.