04 Haziran 2013 Salı
KANLICA İSTANBUL
Gezi Parkı olaylarının halka iletilmesi konusunda medya çok eleştirildi. Sosyal medya, basın ve televizyona karşı büyük bir zafer kazandı. Yeni dünya düzeni içinde sıradan insanın sesinin duyulmasında her geçen gün sosyal medyanın gücü artarak büyüyecek ve sancılı da olsa sosyal medyanın gelişimi ile birlikte dünyada demokrasi daha güçlenecek.
Sosyal medyanın önemini en çok bilenlerden biri de benim. Müziğim ve konserlerim dışında kitlelerle iletişim kurabilmek ve kendimi sizlere daha iyi anlatabilmek için Twitter ve Facebook’u kirletmeden kullanmaya özen gösteriyorum. Bu arada bir sanatçı olarak sanal dünyanın kuyusuna düşmemeye, insan iletişiminin kopmamasına özellikle dikkat ediyorum. Konserlerimden sonra yanıma gelen dinleyicimle tek tek sohbet etmeye, onları dinlemeye özen gösteriyor, son kişi de salondan ayrılana kadar mekândan ayrılmıyorum.
Söz medyadan açılmışken, sizlerle sanat yaşamım boyunca medya ile olan ilişkimden, bu konudaki görüşlerimden söz etmek isterim. Bu arada buna sürekli sorulan “Tuluyhan kardeşim, sizi neden televizyonlarda sık sık görmüyoruz?” diye soranları da yanıtlamış olurum.
1996 yılında İstanbul Kanatlarımın Altında film müziği popüler olduğu dönemde ben de bir süre medyanın gözbebeklerinden biri oldum. Aklınıza gelen en büyük kanallarda çeşitli programlara çağrıldım, tam sayfa röportajlarla tanıtıldım. Ancak kısa bir süre sonra medyanın Tuluyhan Uğurlu ile iletişimi koptu. Köşe yazarlarına özel ziyaretler yapmayan, medyanın her gün bir televizyonda gezip, her konuda ahkâm kesen ünlülerini bal mumlu davetiyelerle konserlerine davet etmeyen, müziğini ve dinleyicisini her şeyin önünde tutan bir sanatçı, medyanın ilgi alanlarının dışına itiliverdi.
Çünkü ben ocu, ya da bucu olmadım, onların dünyasının içinde yer almadım. Savaşçı ruhum içinde inandığım yolda yürümeye başlayınca, rahatsızlık yaratmaya başladım. “Ben sadece kendi müziğimi yaparım. Beethoven-Mozart çalmam” dediğim için dışlandım. “Johannes Sebastian Bach kadar Itri de önemlidir” sözlerimle kendi kültüründen uzak medya tarafından belki de “tehlikeli” görüldüm.
1998’de Mustafa Kemal Atatürk ve Güneşin Askerleri isimli eserimi yazdım. Cumhuriyet’in 75. Yıl resmi kutlamalarına alınmadım. Ancak, kendi imkânlarım içinde eseri iki yıl içinde 150 konserde seslendirdim. Ata’ya olan sevgimi binlerce insanla paylaştım. Atatürk adına tek bir eser yazmayıp, “uygar bir ülke olduğumuzu göstermek için Beethoven çalanlar” Atatürk’ün Çocuğu olarak medya tarafından göklere çıkarıldılar.
İnandığım yolda yılmadan çalıştım, yoluma devam ettim. Onlar beni yok kabul ederken, ben de onları yok kabul ettim. En zor koşullarda halkla buluştum, kuyruklu piyano bulunmayan yerlerde duvar piyanoları, o da olmayan yerlerde elektronik piyanolarla çaldım. Ve gittiğim her yerde bir Anadolu Ajansı Muhabiri, gittiğim yer yerde bir Doğan Haber Ajansı, İHA, ya da Cihan Haber Ajansı muhabiri beni karşıladı. Gazetelerin, televizyonların güçlü isimleri beni görmezden gelirken, o emekçi gazeteciler her konserimde yanı başımda oldular ve güçleri yettiğince beni anlatmaya çalıştılar. Yıllar içinde yazdıkları küçük haberlerle beni kitlelerle buluşturdular, hepsine minnettarım.
Gezi Parkı olaylarının medyadaki yer alış biçimi sizleri şaşırtmasın…
2005 yılında Afyon Kocatepe Üniversitesi yönetimi ve öğrencilerinin organizasyonu ile piyanomu 1750 metrede Kocatepe’ye çıkardım… Kocatepe öyle rahatça ulaşılan bir yer değil… Virajlı yollarda tepeye zor koşullarda çıkılabiliyor. Siz Kurtuluş Savaşı’nın o isimsiz kahramanlarının at sırtında, yayan o tepeye nasıl ulaştıklarını ve savaştıklarını düşünün. O gece, taarruzun başladığı sabah 05.30’da top sesleri yerine Mustafa Kemal Atatürk ve Silah Arkadaşları için müziğimle gün doğumuna kadar çaldım. Yüzlerce gençle birlikte şehitlerimizi anmak için muhteşem bir organizasyonda buluştuk. Coşku doruktaydı.
Bu anlamlı, göz yaşartıcı konser için Türkiye’nin üç büyük haber ajansı canlı yayın araçlarıyla Kocatepe’deydiler. Ve sonuçta ne oldu biliyor musunuz? Ajanslar haberi televizyonlara canlı olarak verdikleri halde konser hiçbir yerde yayımlanmadı. Nedendir bilinmez, belki gün gelir birileri bunu bana açıklar…
Varsın onlar yayımlamasınlar. Bugün hala Kocatepe’de konseri izleyen yıllar öncesinin öğrencileri ile bir yerlerde karşılaşıyor ve o muhteşem sabahı konuşuyoruz. Bugün olsa twitlerden ortalık yıkılırdı. O yıllarda Facebook ve Twitter olmadığı için sanki öksüz gibiydik.
Sözümü noktalarken, internet ve sosyal medya, boyun eğmeyen ve kendisine dayatılan doğruların ötesinde doğrular arayan, düşünen, çalışan ve yaratan insanlar için büyük bir şans… Tek sorun bu haber bombardımanı arasından doğruyu seçebilmekte…