Akdamar Adası’dan Unutamadıklarımız

Tuluyhan Uğurlu, 29 Mart Çarşamba günü Akdamar Kilisesi’nin açılış töreninde Ermeni, Musevi ayinleri ve Tasavvuf Müziği’nden esinlenerek hazırladığı, tüm inançları kucaklayan Anadolu Sevdası isimli çalışmasıyla büyük beğeni topladı.
Uğurlu’nun müziği kadar yaptığı şu konuşma da, günün anlamını çok iyi özetliyordu: “Bizim Akdamar’a duyduğumuz sevda, Ayasofya’ya, Selimiye’ye, Neve Şalom’a, Süleymaniye’ye duyduğumuz sevda ile aynı sevdadır. Çünkü bunları yapan mimarlar, tüm bu eserleri Yüce Yaradan’ın adını yüceltmek için yapmışlardır. Çünkü bütün bunlar Anadolu’ya aittir ve 10.000 yıllık kültürü ile Anadolu bizim en büyük sevdamızdır. ”

“BU TOPRAKLARA SEVDALIYIZ”

Van’da Akdamar Kilisesi’nin açılışında mini bir konser veren ve adayı ezgileriyle çınlatan usta piyanist Tuluyhan Uğurlu, hayatını, yaşadıklarını, sevdalarını, Türkiye’ye olan aşkını, projelerini ve hayallerini BUGÜN’e anlattı.

4 yaşından beri piyano çalan ve Türkiye’nin en iyi piyanistlerinden biri olarak görülen Uğurlu, tam bir Türkiye âşığı olduğunu söyledi.

ORTAK SEVDA

“Akdamar Kilisesi’nin açılışında çaldığım parçanın adı ‘Anadolu Sevdası’ydı. Bu parçayı, bu topraklara duyduğum sevdadan yola çıkarak besteledim. Anadolu’nun her yerinde böyle sevdalanabileceğimiz merkezler var. Bu bizim birlikte yaşamaya duyduğumuz sevda. Akdamar’a duyduğumuz sevgi, bir Ayasofya ya da Sultanahmet’e duyduğumuz sevgiyle aynı aslında. Çünkü hepsi bu toprakların mirası. Biz bu topraklara ve Türkiye’ye sevdalıyız. Biz birlikte yaşamaya alışmış bir toplumuz. Avrupa’da birçok kavim birbirinin gırtlağını sıkarken, biz barış içinde birlikte yaşıyorduk. Bu manada bir çok farklı ulusu bir arada yaşatmayı başarabilmişiz.”

BİRLİKTE SAHİPLENİYORUZ

“Ermeniler tarafından kilisede yılda bir kez ayin yapılsın isteği ya da tartışmaları var. Ben olaya insanlık mabedi ve insanlığın ortak değeri olarak bakıyorum. Bizim orada ibadet etmemizde hiçbir sakınca yok. Kendi kiliseleri ve kendi yaptıkları bir şey. Dolayısıyla kendilerine ait olarak görüyorlar. Ama ben hepimize ait bir değer olarak görüyorum. Ermeniler ne kadar sahipleniyorsa, ben de o kadar sahipleniyorum orayı. İşte bu bilinç yaşadıkça o zaman herkes sahiplenecek. Herkes sahiplendiğinden o zaman orası bir insanlık mabedi olarak görülecek.”

ÇOCUKLUĞUMU YAŞAYAMADIM

“Ben 4 yaşında piyano çalmaya başladım. Annem evde piyano çalardı. Ben çoğu şeyi ondan öğrendim. 4 yaşında zamanın çoğu popüler parçalarına ritm tutarmışım. Kulağımın çok iyi olduğunu anlayan ailem beni Cemal Reşit Rey’e götürüyor. Sınavlara giriyorum ve böylece İstanbul Belediye Konservatuarı’nda eğitim hayatım başlıyor. Benim hayatım 8-10 saat boyunca piyano başında geçti. Hayatımda hiç çocukluk yaşamadım. Ama bir şeyleri feda etmeden de bazı şeylerin başarısına ulaşılamıyor hayatta. Bir şekilde hayat size bir mükafat veriyor.”

KONSER PROGRAMI YOĞUN

“16-17 yaşından beri dünyanın her tarafında konserler veriyorum. Sadece kendi müziğimi yorumluyorum. Sözlü müzik tabiki çok önemli bir şey. Ama ben işin içine söz girdiği zaman müziğin biraz kolaylaştığına inanıyorum. Söz kullanılmadan bir şeyler anlatabiliyorsanız sanat o zaman başlıyor. Yılda aşağı yukarı 90-95 konser veriyorum. Her 4 günde bir konser oluyor. Bazen arka arkaya denk geliyor ve çok uykusuz kalıyorum. Ama seyirciden aldığım pozitif elektrik benim gözlerimi ve kalbimi açmamı sağlıyor. Doğu Beyazıt İshak Paşa Sarayı’nda konser vermek istiyorum. Çünkü orası doğu kültürüne kapıların açıldığı yer.”

AVRUPA YENiLiĞE AÇIK DEĞiL

Amerikan dinleyicisiyle daha yeni yeni buluşmaya başladım. Avrupa’da çok konser verdim. Ama yaratıcı ruha destek verilmesi gerekiyor. Çünkü sonuçta siz Mozart ya da Beethoven çalmıyorsunuz ya da yorumlamıyorsunuz. Siz yeni bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz. Siz bunu yapmaya çalışırken seyircinin sizi desteklemesi ve motive etmesi gerekiyor. Türk ve Amerikan seyircisinden bu iyi tepkiyi alıyorum ama Avrupa’dan almıyorum. Çünkü enteresan bir şekilde Amerikan seyircisi yeniliğe açık ama Avrupa seyircisi değil. Onlar biraz daha klasiğe bağlı.

Ben çocukken Bach’ı ve Mozart’ı çok örnek alırdım. Artık onları örnek almıyorum. Çünkü onlar benim hayatım zaten. Onları yaşıyorum. Herkes beni sadece klasik müzik dinliyor zanneder. Ama ben değişik tarzları da dinliyorum. Tekno trans müziği ve elektronik sanatları çok seviyorum. Mesela bana imkan verilseydi konserde çok korkunç şeyler yapardım orda. Teknolojiyi çok seviyorum. Dünya Başkenti İstanbul adlı albümümün de hemen hemen yarısı elektronik saundlardan kurulu.

ÇOK SESLi MUZiK DAHA DEMOKRATiK

Türkiye’de hep klasik müzik çok önemli zannedildi. Çok önemli tabiki ama nitelikli çok sesli müzik daha önemli. Ben hiçbir klasik müzik konserinden ‘muhteşem’ diye çıkmadım. Eğer bir başarı görüyorsam ‘Demokrasinin zaferi’ diye çıktım o salondan. Çünkü çok sesli müzik demokrasidir. Çok sesli müzikle demokrasinin arttığını görürsem bu benim başarılarımdan biridir. Çünkü kaliteli çok sesli müzik yaptığınızda çok renkliliği ya da farklı fikirleri aynı potada eritiyorsunuz. Bundan dolayı Türkiye’de 27 üniversiteye önayak oldum ve piyano aldırdım. Türkiye’nin geleceği için hiçbir sıkıntım yok. Ben bu ülkenin geleceğini çok aydınlık görüyorum. İftihar vesilesi şirketlerimiz var. Emsalsiz bir kültürel birikimimiz var. Ralli’nin o kadar başındayız ki, ok gibi fırlayacağız. Tarihte ders alacağımız bir sürü hata yaptık. Tarih hatalardan ders almak içindir. O hatalardan ders alabiliyorsak, o bile Türkiye’ye tavan yaptırır. İstanbul’un 2010 yılında kültür başkenti seçilmesini istiyorum. Çünkü bu Avrupa için bir şeref olacaktır. Kendimiz için bir şeyler yapmalıyız. Birileri istiyor diye değil.

İmge YÜCETÜRK (ANKARA)

Bu Yazıyı Paylaş

Yorum Yaz


*